Uzakyol Baş Mühendisler Derneği forumuna üye olabilmek için dernek üyeliği gerekmektedir. Dernek üyeliği önbaşvuru için sitemiz üzerinden başvuruda bulunabilirsiniz.

M/V ANADOLU GÜNEY

Başlatan İlhanÖzerdim, Haz 21, 2024, 09:35 ÖÖ

« önceki - sonraki »

İlhanÖzerdim

Temmuz 1985 tarihinde Efes Pilsen Denizcilik Şirketinin M/V Anadolu Güney gemisine Baş Müh. görevi ile atandım. Geminin Süvarisi 68 mezunu Orhan Yılmaz'dı. 1986 yılının sonuna kadar, ki oldukça uzun bir süre, hiç ara vermeden Orhan Kpt. ile beraber çalıştık. Aramızda iyi bir ilişki ve yakınlık oluştu. Birbirimize saygılı, içten ve sevecen oluşumuz bu uzun beraberliğimizin temel taşı oldu, doğallıkla. Orhan Kaptan art niyetli olmayan içi dışı bir temiz bir Karadenizliydi. Çok ta güzel laz şivesiyle, ben hoşlandığım için, bazen konuşur, ben de bayılırdım. Rakı sofrasının çok değerli bir üyesi ve yakışanıydı. İkimiz baş başa, hiç unutamayacağım pek çok çilingir sofrası alemlerimiz oldu. Yaşantımızı renklendiren ilginç serüvenlerimizi anlatmaktan ve dinlemekten ikimiz de çok keyif alırdık. Bizim bu yakın arkadaşlığımız eşlerimize de sıçradı ve yakın arkadaş olmalarını sağladı. Özetle çoluk çocuk hep beraber örnek aile dostu olduk; bu dostluk yıllarca hiç kesintiye uğramadı.
 
Bir ara Anadolu Güney gemisi İtalya'nın Taranto limanı (İtalya Çizmesi topuğunun iç kısmı) ile İskenderun limanı arasında petrol boruları yükünü taşıma işine bağlandı. Taranto-İskenderun arası bir sefer 15 gün sürüyordu. 1986 yaz aylarında bu seferleri yaptık. Okullar yaz tatiline girince Orhan Kaptan ve ben Hanımları ve Çocukları gemiye aldık, yaz tatilini geçirmek üzere. Çocuklar İskenderun'da gemiye katıldılar. Seferi çevirip İskenderun'a geldik. Gümrük ve pasaport polisi "sefer bitti. Yolcula insin" diye tutturdular. "Yahu kardeşim biz buraya yolcu indirmeye gelmedik, boru indirmeye geldik. Yolcular transit." dedikse de bir türlü anlatamadık.  Biz ayak direyince "o zaman yolcular gemiden dışarı çıkamaz" dediler. "Senin transit yolcuyu gemiye hapsetme gibi bir yetkin yok. Yolcu çıkarken ve girerken sen görevin gereği kontrolunu yaparsın" dedik ve ekledik, "varsayalım ki  yolcular sizin isteğiniz doğrultusunda  gemiden indiler. 10 dakika sonra geminin yeni yolcusu gibi bunların gemiye girişine sen engel olmazsın ki. Nitekim onlar da geçen sefer İstanbul'dan gelip aynı koşullar altında gemiye bindiler. Çünkü gemi yolcusu gemisine biner" savını önlerine koyduk. İleri sürdükleri savların tutarsızlığı karşısında bizim yakamızı  sonunda bıraktılar. Bütün bir yaz Taranto-İskenderun arasında ailecek gidip geldik. (Bütün dünyada gemi personelinin eşleri ve çocukları gemi personelinden sayılır; bir tek Türkiye bu kurala uymaz. Üç tarafı denizle çevrili memleketimizin denizciliği bu kadar!!)

Anadolu gemisi bir turist gemisi gibi güzel, dayalı döşeli , bizim bildiğimiz yuvarlak lombozlar yerine kocaman pencereleri olan bir gemi. Pencerenin önünde oturup viskini yudumlarken geminin dışındaki bütün güzel manzaralar görüş alanında ve ayaklarının altında olarak keyif yaparsın. Ayrıca yeter büyüklükteki havuzu bizim ve çocuklar için bulunmaz bir tatil köşesiydi. Yük gemisi değil sanki beş yıldızlı turist oteli.

1986 yaz aylarında ramazanı da yaşadık. Orhan Kaptan inançlı bir kişi olarak her ramazan orucunu tutarmış. (20 yıldır memleketi idare eden dinciler Orhan Kaptanın temiz inancını da lekelediler. Şimdi artık oruç falan tutmuyor sanıyorum.) "İlhan Abi bu ramazan gel beraber oruç tutalım" diye bir öneride bulundu. "Niye olmasın, sana seve seve katılırım dedim ve oruç tutmaya başladık. Ramazanın ortalarında hanımlarımız ve çocuklar gemiye katılınca Orhan Kpt. orucu bıraktı. Ama ben verdiğim söze bağlı kalarak ramazanın sonuna kadar hiç aksatmadan orucumu tuttum. Bu bir aylık oruç yaşantımda ilk kez oldu, Orhan Kaptanın özendirmesi ile. Bir daha oruç moruç tutmadım yaşantım boyunca. Bu ilk ve son oldu.

Bir gün nasıl oldu anımsamıyorum, Mk. Dairesinde kumanyalık kompresörlerinin soğutucusunun arka kapağındaki deniz suyu kaçağını gidermekle uğraşıyorum. Kompresörü durdurdum, deniz suyu valflarını kapattım. Contasını yeniledim ve kapağı yerine bağladım. Niye bu işleri yalnız başıma yapıyordum diye bu gün düşünüyorum, ama bir anlam veremiyorum. Her hâlde zaman iftar vaktine yakın, herkes oruçlu ve sıcaktan mayışmış durumda, üstelik iş basit; milletin rahatını kaçırmak pek işime gelmemiş olabilir diye yorumladım. Fakat işin sonunda benim paniklememe neden olan bir olayla karşılaştım; 20-25 sm. çapındaki kapağı sıkacak olan somunların bir kaç tanesi yalama. Yani somunların hepsini sıkıp kaçırmayı önleyemiyorsun. İşin kötüsü yalama olan somunlar değil boru aynasına bağlı saplamalar. Yalama olan somunlar olsa, atelyeden yeni somunlarla işi anında sonuçlandırırsın, olay biter. Ama aynı çap ve uzunlukta saplama bulmak olanaksız. Tornada yeni yapayım desen saatler gerekir. Böylesine uzun süre kompresörleri çalıştıramamak kumanyalıktaki etlerin ve sebzelerin böylesine sıcak havada çabucak bozulması demektir.  Soğutucunun kaçıran kapağının  60-70 sm. ilerisindede mk. dairesinin saç duvarı vardı. Oldukça kalın bir kalas buldum. Kapak ile duvar arasındaki mesafeden biraz büyük olarak kalası kestim. Kalası kapak ile duvar arasına sıkıca yerleştirdim; böylece kaçak kesildi. Kompresörü çallıştırıp kumanyalığın soğuk kalması sağlanmış oldu.

Ben yorgunluktan değil de susuzluktan perişan durumdaydım. Duşumu yaptım. Giyinmeye başladım. Gemilerde adet gereği iftar saatinde gemi düdüğü çalınır ve oruçlar bozulur.  Tam o sırada gemi düdüğü çaldı. Ben deliler gibi buz dolabına koştum, kocaman bir bardak suyu kana kana içtim.  Üç beş dakika daha gecikseydi su içmem, ya bayılır, ya da tahtalı köyü boylardım. Yemek salonuna indim. Yemek masası bütün çekiciliyle hazır ama hiç kimse yok. Kamarotu çağırdım. "Nerede bu millet? Niye oruçlarını bozmuyorlar?" Kamarot "daha iftar olmadı" demez mi!! Fırladım köprüüstüne. "Ya Orhan Kpt. iftar saati gelmeden niye düdük çalındı?" diye merakla sordum. "Gemi direğine bir martı kondu. Onu kaçırmak için düdüğe dokundum" dedi. Olanlara benim başıma gelenleri anlattım. "O zaman ben iyi ki martıyı kaçırmak için düdük çalmışım; martıya ve bana bir hayat borcun var" dedi. " sen hiç kaygılanma; biliyorsun ben borcuma çok sadık biriyim !!" dedim ve gülüştük. Yemek salonuna indik. Oruçlarımızı bozduk. Allah kabul etsin.
 
Taranto'da yükleme dört beş gün falan sürerdi. Bir keresinde akşama doğru yükleme bitti. Gemi kalkış hazırlığına başladı. Ben telaşlandım. Orhan Kaptana telefon ettim, pilot isteyip istemediğini sordum. İstemiş. Ben hepten kaygılandım; "yahu Orhan karılarımız (onun ve benim eşim) dışarıda daha gelmediler" dedim. "Ben anlamam, geminin yüklemesi bitti. Ben kalkarım" dedi. " Ee karılar nolacak?" diye sordum. Bir sonraki sefere alırız" dedi. Ben de "karıları bulursan almamazlık etme, emi?" dedim. Şaka bir yana Orhan Kaptan baya ciddi. Ben hop oturup hop kalkıyorum, gözüm yollarda karıları görmeğe çalışıyorum. Pilot uzun bir süre gelmedi. Orhan Kaptan bir kez daha pilot istedi.  Bu zaman aralığında pilotlar gelmedi ama bizim karılar geldi. Yani pilotlar Orhan Kaptandan daha insaflı çıktı ve biz karılarımıza kavuştuk. Pilot sabahleyin geldi, gemi kalktı. Orhan Kpt. soruşturmuş niye pilot bütün gece gelmedi diye. Efendim, İtayan Milli Takımı o akşam rakibine yenilmiş. Bütün İtalya büyük bir travma ve üzüntü içindeymiş; doğallıkla  pilotlar da!! Bu nedenle pilotlar gelmemiş.Yani İtalyan Milli Takımının yenilgisi bizim sevgili karılarımıza kavuşmamız sonucunu ve bütün İtayanın üzüntüsü bizim mutluluğumuzu sağladı. Çok sevindik.

Yazdığım "Anılarım" kitabını geçenlerde Orhan Kaptana ulaştırdım. Okumuş. Çok beğenmiş. Ben de onun E-Posta ile ilettiği yorumunu çok beğendim; 2.5 kelimelik yorum küçük ama  derin övgü taşıyan anlamı çoook büyük:

"SEN NEYMİŞSİN BE ABİ"

Duygularımı derinlemesine okşayan bu yoruma ben bayıldım ve belgelerimdeki " yorumlar" dosyasına koydum.

Sen çok yaşa Orhan Kardeşim.