Uzakyol Baş Mühendisler Derneği forumuna üye olabilmek için dernek üyeliği gerekmektedir. Dernek üyeliği önbaşvuru için sitemiz üzerinden başvuruda bulunabilirsiniz.

S/S AYDIN - 1

Başlatan İlhanÖzerdim, Mayıs 22, 2024, 02:04 ÖS

« önceki - sonraki »

İlhanÖzerdim

Askerlik hizmetimin sonlanması ile, 1955 Haziran ayında atandığım Victory tipi  Aydın gemisine Maltepe açıklarında katıldım. Gemide nöbetçi olan 3. Mühendis  Behiç Ağabeye (Behiç Üner, Mk.51) ordinoyu verdim.
 
Kıçüstü güvertesinde kendisi için hazırlattığı küçük çapta çilingir sofrasına beni de çağırdı ve bir iki kadeh rakı eşliğinde akşam yemeğimizi yerken söyleştik.

Geminin 2. Mühendisi Ali Borovalı (Mk.48) izin yapmak üzere gemiden ayrılınca Behiç Ağabey 2. Mühendisliğe yükseldi ve 3. Müh. olarak Fuat Gülgün (Mk.52) gemiye katıldı. Süvarimiz yaşlı başlı 1923 mezunu saygın bir babamız olan Ekrem Denizmen idi. Sazı sözü yerinde, ağır başlı ameli Çarkçıbaşı makine dairesine inemeyecek kadar şişman ve göbekliydi. (O günlerde Deniz Nakliyatı Baş Mühendis açığını kapatmak için ameli çarkçıbaşılar kullanırdı.) Zabitan hakkındaki bilgilerin bu kadarı kalmış belleğimde. (O günlerde bir not defteri tutmadığıma şimdi çok yazıklanıyorum.) Bu gemide benim ilk seferim kontinant oldu. Ben gemide toplam bir yıl çalıştım. Bu süre içinde zabitan kadrosunda çok değişiklikler oldu ve bu arada  ben de 3. Müh.liğe yükseldim.
 
Makine dairesindeki tatlı su, deniz suyu,yağ ve buhar boru donanımlarını izledim. Hangi birimlere girip çıktıklarının çizimlerini yaptım. Otomatik donanımları inceledim, nasıl çalıştıklarını gözlemledim. En verimli çalışma koşullarını saptadım. İlk iki sefer bunlarla ilgilendim. Sonra ilgilenecek konu kalmadı; aslında var da, çalışan makineye fazla yanaşamıyorsun ki.
 
Canım sıkılmaya başladı. Kendime bir iş yaratmak için sağa sola yalpalamaya başladım. Kıçta dümen dairesinin bitişiğinde bir hurdalık buldum. Hurdaların arasında, atılmış ve paslanmış dört silindirli bir motor gördüm.  Volanına uzun bir boru anahtarı takarak motoru çevirmeye çalıştım, ama nafile bir mm bile oynamadı. Amerikan yapımı PALMER marka 4 silindirli bir benzin motoru.  Çalışmadığı için can filikalarının birinden sökülüp hurdaya atılmış; filikada yeri boş duruyor. Teknik kitaplarda okuyup, düşlerimizde canlandırarak öğrenmeye çalıştığımız karbüratör, distribütör gibi düzenekleri burada görsel olarak inceleyebilme olanağını elde etmenin coşkusu ile, iskelede kuru kumanyalık koridoru üzerindeki küçük bir sahanlığa hurda motoru taşıttım. Kimsenin gelip geçmediği buraya tezgâhı kurdum. Boş zamanlarımda motor üzerinde çalışmaya başladım. Silindir kapağını ve pistonları söktüm; motor bloğu üzerine bağlı bütün düzenekleri bloktan ayırdım. Bunları da parçalarına ayırarak, temizledim ve nasıl çalıştıklarını görsel olarak inceledim, yani öğrendim. Çalışır durumda olup olmadıklarını saptamaya çalıştım.

Blok çırılçıplak kaldı. Sadece bloğa ana yataklarla bağlı krank şaftı, blok çıkışındaki dişli volanı ile beraber ve ondan devinim alan kem şaftı blok üzerinde bıraktım. Krank şaft yataklarını tek tek söktüm ve inceledim. Hepsi de pırıl lpırıldı. Klerenslerine baktım. Hepsini normal buldum. Yani kısaca söylemek gerekirse motorun atmosfere açık yerleri paslanmış, kirlenmiş; atmosfere kapalı olan iç kısımları tertemiz durumunu korumuş. Ben  bütün parçaları temizledim, donattım ve yerlerine bağladım. Yalnız alıcı-verici valflar çok kötü durumdaydı; o sırada gemimiz ABD'ye ulaşmıştı. Ben 2. Ağabeyime yalvarırcasına rica ederek  8 adet yeni valf alınmasını istedim. Onlara göre gereksiz masraf olmasına karşın beni kırmadılar ve 8 adet valf satın alındı.

Dönüş yolunda motorun donatılması işi bitti ve motor yeri boş olan filikaya motoru taşıttım. Pervane şaftının da gerekli bakımını yapıp şaftı motora bağladım. Soğutma suyu ve benzin deposu bağlantılarını da tamamladığım zaman gemimiz de Türk limanlarına girmek üzereydi.
 
İlk varış limanında filikayı denize indirdim. (Aklımı motorun kendisi bloke ettiği için hangi liman olduğunu hiç anımsamıyorum.)

Soğutma devresinin havalarını çıkarıp donanımın tamamının su ile doldurdum. Karbüratöre kadar benzinin akışını da sağladım. Çevirme kolunu volana taktım.
 
Konuyla az buçuk ilgilenen bazı gemi arkadaşları beni merakla yukarıdan izlediklerinin ayırdındaydm; yüzlerindeki hafif alaycı anlatımı görür gibiydim. Sonucun başarılı olmasını onlar da istiyorlardı, ama hurdadan çıkma bir motordan pek hayır geleceğine olasılık tanıyamıyorlardı. Üstelik gemiye masraf da yaptırmıştım. Aslında haklıydılar. Bende de aynı duygular egemendi.

Kol zorlanmadan az bişe öndü, sonra zorlandı; pistonlardan birinin sıkışma (kompresyon) durumuna girdiğini anladım. Ben de zor kullanarak bu konumu atladım. Gözüm egzoz çıkışında. Yanma ya da patlama görüntüsü yoktu. Birkaç kez bu durumu yineledim. Ben egzozdan bir yanma ve kara duman çıkışını görme umudu ile var gücümle kolu çevirmeyi sürdürdüm; umut-umutsuzluk arası bir duygu ile. Aniden bir patlama oldu ve egzoz borusundan kara kara dumanlar çıktı; patlama öylesine şiddetliydi ki, ben silindir kapağının yerinden havaya fırlayacağından korktum. Motor büyük bir gürültü ile dönmeye başladı. Hemen gaz kolunu "tam yol"konumundan "en ağır yola" indirdim. Bir sessizlik ortalığı kapladı; sadece motorun uslu uslu emirlere boyun eğen ve güven veren bir çalışma sesi duyuluyordu. Egzoz hafif kara fakat saydam ve temiz çıkıyordu. Soğutma deniz suyu ılınmış olarak geldiği yere dönüyordu.
 
Bütün olası denetimleri tamamladıktan sonra mataforanın kancalarını çıkardım, vitese taktım. Ağır yol ile seyre geçtim. Motor oldukça rahat  yüzdürüyordu filikayı. Çeşitli hızları denedim, her şey tıkırındaydı. En son olarak gaz kolunu tam yola koydum; o da ne? Filikanın ön yarısı kris kraft gibi denizin üstünde havada gidiyordu. (Bu mizansen değil, gerçektir) Bu hızla geminin etrafında iki kez gösteri seyri yapıp matafora kancalarının altına gelip filikayı yerine çektirdim.
 
Artık gemimizin motorlu bir can filikası vardı.

1956 yılının ortaları, Haydarpaşa açıklarında demirliyiz. Bir hanım yanında kızı ile gemiye geldi. Gemi yetkilisi ile görüşmek istemiş; bana getirdiler. Daha önce de söylediğim gibi gemide tek zabit ben; öbürleri evlerinde. Rastlantı olsa gerek, nöbetçi güverte zabiti de yok, o sırada. Onun için konukları bana getirmişler. Buyur ettik. Kızı Arnavutköy Amerikan Kız Kolejini bitirmiş. Öğrenimini sürdürmek üzere ABD'ye bizim gemi ile gidecek. Biletini almış yolcu olarak gemiye katılıyor. Annesi de kızını yetkililere (yani  bana) ve güvenilir ellere bırakmak üzere gemiye gelmişler. 12 yolcu kamaramız var. hepsini gösterdim. Birini seçtiler. Eşyalarını kamaraya koyup, anahtarı ile kitledi. Ben konuk ikramında bulundum. Sonra hanım kızını bırakıp gemiden ayrıldı. (O günlerde uçak yolculuğu pek güncel değildi. Yolculuklar gemilerle yapılırdı.)
 
Kız ile yakın arkadaş olduk. O da benim gibi yazarların, şairlerin güncel kitaplarını okumuş ve okumakta; bu alanda gözerimi (ufuk) oldukça geniş ve  bilgili bir kişi. Bu konulardaki beraberlik yakın bir arkadaşlığın temelleri oldu. Ortak konuların çokluğu boş zamanlarda  sürgit bir beraberlik sağladı.
 
Bunun dışında, serüven sever bir yaradılışı vardı, yolcu kızımızın. Öbür yolcular gibi kendi kişisel sorunları ile hemhâl olarak bir kenarda yolculuğu tamamlamayı bekleyen bir kişi değildi. Tam tersine yaşantının her yanını yaşamak, tanımak, denemek eğiliminde ve isteğinde olan ilginç bir kişiydi, bu yolcumuz. Aşçıbaşı ile beraber yemek pişirdi. Güvertede raspa yaptı, boya yaptı. En çok da benimle beraber çalıştı  sefer boyunca. Hurdadan çıkarıp gemiye kazandırdığım filika motorunun bakımını beraber yaptık. Simsiyah olmuş ellerini açıp bana göstererek "ellerim senin ellerine benzedi artık dimi?" diyerek öykündü.

Gece 12-04 vardiyalarını çoğunlukla beraber tutardık. Makineler hakkında az buçuk bilgilenmesi sonucu bana bayağı yardımcı olurdu.

Aşçıbaşı bazı günler donuk olan koyunu kumanyalıktan dışarı çıkarır, çözülmesi için. O geceler bizim şölen gecelerimiz olurdu. Koyunun çözülmüş olan böbrek, yumurtalık vb. yerlerini keser alır ve temizledikten sonra pişirilmeye hazır ederdik. Ben bir peynir tenekesinin üstünü kesip, kenarlarını kıvırdım, tava yaptım. İçinden 250 derece sıcaklıkta buhar geçen jeneratörün buhar giriş valfının üstüne geçirilmiş yalıtım şapkasını kaldırınca karşınıza 25-30 sm. çapında çok sıcak bir tava çıkar. Onun üzerine benim tavayı koyup etlerimizi pişirirdik. Bütün gemiyi nefis bir kebap kokusu kaplar. Sabah olunca bazı arkadaşlar gece düşlerinde bir ziyafette çok nefis kebaplar yediklerini birbirlerine ağızlarının suyu akarak anlatırlardı !!!

Yolcu kızın gemi işlerine ve personeline yakınlaşması, bazılarının cinsi isteklerini tetikledi. Kıza sarkıntılıkta bulundular. Geminin disiplinini korumak için 2.Kaptan bazı önlemlere başvurdu. Ben iki arada bir derede kaldım. O yaşların toyluğunu da eklerseniz tam anlamı ile şaşkın bir durumdaydım. Gemiye ağır bir hava egemen oldu. Böylesine bir tatsızlıkla Mobil limanına vardık. Gemiden yolcular ve kız çıkınca her şey eski haline döner umudu da fos çıktı; bozulmuş olan gemi atmosferi ne yazık ki hiç düzelmedi, tersine daha tatsızlaştı.

Bir hafta kadar geçti. Cehenneme dönen bu gemi ile Türkiye'ye dönmeyi gözüm yemedi. Bir istifa dilekçesi yazdım. Kamaramın masasının üzerine koydum. Çok az olan kişisel eşyalarımı çantama koyup, gemiden koparcasına çıktım. Ohh bee!!! dışarıda yaşanacak dünya varmış.

İstenç-dışı bir güdü ile Greyhound otobüs şirketinden New York'a bir bilet aldım!!! Allah Allah niye? Benim için ne ayrımı var? Ha Mobil, ha New York!! Sanki New York babamın evi!!! Neyse, bileti almış olduk; çaresiz New York'a gideceğiz artık.

Yıl 1920, Osmanlı İmparatorluğu'nun Gülcemal adlı yolcu gemisi New York'ta. Harp yılları; gemiye haciz konmuş. Aç ve çaresiz kalan personel başının çaresini aramak üzere gemiyi terk etmişler. Boylu poslu, yapılı ve yakışıklı silici ateşçi ve gemicileri Amerikan kızları kapışmış; arada dil birlikteliği olmadığı için birbirlerinin nitelik düzeyini tartamamışlar doğallıkla. Evlenmişler, çoluk çocuğa karışmışlar. Çoğunun evliliği zamanla bozulmuş. Yaşamlarını bekâr sürdürmüşler. Bunlar çoğunlukla Brooklyn'nin Central caddesinde konuşlanmışlar. Yaşlanmışlar. Bir gün bir arkadaşları ölmüş; Hristiyan mezarlığına gömmek istememişler. Belediyeye başvurup, Müslüman mezarlığı isteminde bulunmuşlar. Yönetmelik gereği bir dernek kurarak istemlerini elde etmişler. Dernek de onların bir araya geldikleri bir kulüp gibi olmuş, zamanla. Her gün oraya gidip söyleşi yapıyor ve kâğıt oynuyorlarmış.

Limana bir Türk gemisi gelince, gemiye gidip, gemideki Türk vatandaşları ile özlem gideren söyleşiler yapıyorlar; doğallıkla bu görüşmeler gemi mürettebatı ile oluyordu. Amerika'da değişik bir yaşam eğiliminde olanlara yardım sözü vererek gemiden kaçmalarını özendiriyorlardı. İlk günler bunları evlerinde ağırlıyorlar ve onlara iş buluyorlar. Akşamları da kulüpte toplanıp söyleşi yapıyor ve kağıt oynuyorlarmış. Kağıt oyunu eğlence için değil, paralı oluyormuş, yani kumar oynanıyormuş. İş bulup yardım ettikleri bu vatandaşlarını 3-4 kişi makasa alıp bütün kazancını elinden hileyle alıyorlarmış. Kumara düşkün olan bazıları oyunları sürdürüyor ve bütün kazancını bu uyanık vatandaşlarına kaptırıyorlarmış. Yani bu gariban onlara çalışmış oluyor. Ama bazıları da hem kumarı sevmediği hem de geleceği için bir takım planları olduğundan kendisine ağabeylik, babalık  yapmış olan bu insanlarla bir kaç kez oyundan sonra onlardan af dileyerek oyundan çekiliyormuş. Sen misin çekilen!!! O zaman kendilerine uyum sağlamayan bu kişinin kaçak olduğunu  Göçmen Dairesine (İmmigration) bildiriyorlar; Göçmen Dairesi kaçağı yakalayıp, bir daha ABD'ye gelmemek üzere Türkiye'ye geri gönderiyormuş. Bunlar benim duyduklarım. Zaten Amerika seferi yapanlar böyle olaylara hep tanık olmuşlardır. Ama bir gerçeği kesin biliyorum: Amerika'da kendi soyundan, ırkından, milliyetinden olan bir kişinin kaçak olduğunu  Göçmen Dairesine bildiren tek millet, ne yazık ki, Türkler. Bunlar, benim durumumla ilgili görüşme yaptığım Göçmen Dairesi avukatının bana söyledikleri;
 
Ben ateşçi Ayı Ahmet'in evinde bir kaç hafta konukladım. Evlenmiş. Karısı bunun ayı olduğunu anlayınca ayrılmış. İki kızı vardı. Onlar da taaa Kaliforniya'da yaşıyorlardı ve babaları ile hiç bir ilişkileri yoktu. Ama doğruyu söylemek gerekirse beni çok iyi ağırladı. Gemici bir arkadaşı vardı. O nasıl olduysa Amerikalı karısıyla yaşamını sürdürebilmiş. Ayı Ahmet'in iyi dostuydu. Benim canım sıkılmasın diye sık sık onlara gider söyleşi yapar iyi vakit geçirirdik. Ayı Ahmet bana iş de buldu. Ayı Ahmet'in iyiliklerini hiç unutmuyorum. Bana gerçekten içten yakınlık gösterdi, Ayı Ahmet.

Long Island, Hicksville kasabasında bir hurdacıda çalışmaya başladım; "Hicksville Auto Wrackers." İki katlı döküntü bir evin  çok geniş bir bahçesinde hurdalar toplanıyor, cinslerine göre yığın yapılarak  belli bir birikime ulaşınca fabrikalara satılıyordu. Iki patronum vardı: biri Yahudi; içten pazarlıklı, kurnaz. Öbürü İtalyan; çalışkan, iyi niyetli, saf. Bütün personel sayısı benimle beraber üç kişiydik. Ben ofis olarak kullanılan evin alt katında yaşıyordum. Pencerelerde cam yoktu. Naylon ile kaplanmıştı. Kapı vardı ama kilidi yoktu. Bahçeye açılan kapının kapısı yoktu. Yani hurdacının ofisi de hurdaydı. Hurdaların arasından bir hurda karyola bulduk. Onu odanın bir köşesine koyduk. Yatak, yorgan, çarşaf hurda mıydı? Nereden bulduk? Hiç anımsamıyorum. Ben o yatakta yatıyordum; aynı zamanda gece bekçiliği de yapıyordum. "Gece yabancı biri avluya girerse vur kafasına" diyerek bana kalın bir sopa verdi İtalyan Patron. "Amerikada özel mülkiyete izinsiz gireni öldürme hakkın var" diye ekledi. İyi be!! adam 5 dolarlık bir akü çalacak, ben de onu öldüreceğim!!! "İsterse 10 tane akü çalsın; ben bu işte yokum" dedim içimden.

Ofisimizde modern bir telefonumuz vardı. Buz dolabı, çamaşır makinesi gibi kullanım dışı kalmış ev aletleri için telefonla onları gelip almamız istenirdi. Verilen adrese kamyonumuzla gider onları alırdık. Mal sahiplerini bu hurdalardan kurtardığımız için taşıma masraflarını da onlardan alırdık. Kaza yapıp da kullanılmaz duruma gelen arabaları da bedava alırdık. Halkın çok kullandığı arabaları saklar, onların kapı, pencere koltuk gibi parçalarını satardık. Acenteden yeni almak yerine bizden ucuza almayı yeğlerlerdi, fakir araba sahipleri. Bu alış verişin ilginç bir yanı daha vardı: ihtiyacı olan parçayı arabadan söküp çıkarmak alıcının göreviydi. Müşteri parçayı sökerken parça hasarlanırsa, sorumlu müşteridir ve bize yine parçanın parasını ödemek zorundadır. Oooh böyle alış verişe can kurban. En hızlı sürüm şampiyonu 5 dolara satılan akülerdi.

Çok lüks araba parçalarına böyle müşteri çıkmazdı. Bunların bazı işe yarar parçaları ve bakır telleri söküldükten sonra gıcır gıcır, yepyeni o güzelim koltuklara bir maşrapa benzin atıp kibriti çakar ve bütün arabayı yakardım. Sonra şaloma ile arabayı parçalayarak, No.1 çelik, No.2 çelik ve teneke olarak toplardık, fabrikalara satılmak üzere. Ara sıra İtalyan patronun katılması dışında bütün bu işleri ben yapardım. Patronlar sadece dışarıdan hurda toplar getirirler ve ayıklanmış hurdaları götürüp fabrikalara satarlardı. Geri kalan bütün işler benim sırtımdaydı. Bekçilik ile beraber bu çalışmalar karşılığında bana haftada 35 dolar verirlerdi; Amerikada en düşük ücret haftada 70 dolardı (lokantada bulaşıkçının haftalığı), o zaman. Kaçak olmanın olumsuz yanları.

O külüstür evin üst katında iki coçuklu bir aile oturuyordu. Evin içini ben hiç görmedim, ama alt kat gibi döküntü değildi, herhâlde. Biri kız, öbürü oğlan iki çocukları vardı ve 6-8 yaşlarındaydılar. Evin beyi ile pek konuşmam olmadı, ama hanım ile uzun uzun söyleşi yapardık. Kadın üniversite mezunu kültürlü bir kadındı. Beni de kendi düzeyinde bulunca uzun uzun siyasi konuşmalar yapardı benimle. Pazar günleri özenle hazırlanmış bir tabak "pazar yemeği" gönderirdi bana. İlgimi çekmişti; yemeği hep küçük kızı getirirdi, oğluyla hiç göndermedi; Görenekleri gereği besbelli.

O güne kadar hiç araba kullanmamıştım. Ama avlunun içinde hurdaların arasında kuramsal bilgilerime dayanarak o koskoca şevrole kamyonu hiç zorluk çekmeden kullanıyordum. Kullanıyorum dedim ama bütün yaptığım 1. vites, geri vites ve debriyaj, gaz, direksiyon; küçümsemiyorum. Zaten araba kullanmada en önemli aşama motoru stop etmeden gaz ve debriyajı beraberce kullanarak arabaya parmağında oynatır gibi istediğini yaptırmaktır.

Devamı S/S AYDIN - 2