Amerika serüveninin sonlanması.
Savannah'da S/S Yozgat gemisine bindim; biletli yolcu gibi değil canım!!! Yani gemiye yeni atanmış personel gibi; bütün gemi de beni böyle karşıladı. Bir kamaraya yerleştim; yolcu kamarası mıydı? ya da boş bir zabitan kamarası mıydı? anımsamıyorum. Yani anlayacağınız, babamın evi gibi girdim, yerleştim.
Süvari Zeki İçsel (Gv. 32), 2. Kpt. Yavuz Olcay (Gv. 48), 3. Kpt. Hüsamettin Günşeber (Çamur Hüssam, Gv. 53), Baş Müh. (anımsamıyorum, her hâlde ameliydi), 2. Müh. İlhami Aydın (Mk. 52), 3. Müh. Metin Epçim (Mk. 56), 4. Çarkçı (Şoför) Mehmet'den oluşan zabitan ekibine ben de 'Konuk Mühendis' olarak katıldım. Arkadaşlık bağlamında kafama en uygun kişi 3. Müh. Metin Epçim ile ilişkilerimiz kısa süre içinde derinleşti, olgunlaştı. Metin ile burada başlayan beraberlik yıllar içinde kardeşlikten de öteye taşındı. Ben onsuz, o bensiz yaşadığımız süreler biz eksikmişiz; şimdi tamamlandık.
Savannah'ta bir akşam Metin ile ikimiz bir dansinge gittik. Yemekli lüks gazino değil, sadece dans edilen büyük bir salon; sırf gençlerin dans etmeleri için. Oldukça büyük bir pistin kenarlarına dizilmiş sandalyelerde kızlar oturuyor, erkekler de ayakta. Caz, müzik çalmaya başlayınca, ortalık birden karışıyor, oğlanlar "Allah Allah" dercesine oturan kızlara koşup onları dansa kaldırıyorlar. 3-5 parçadan sonra caz yine bir ara-dinlenmeye giriyor. Kızlar sandalyelerine dönüyor, oğlanlar da bundan sonraki dans için ayakta bekleme dönemine giriyorlar.
Doğal olarak ben de havaya uyup, müzik başlar başlamaz süngü takıp hücuma geçtim, mertlik alanına daldım. Ben bunları laf olsun diye yazıyorum ama gerçekten bir savaşım alanına girmiş gibiydim, çünkü hiç bir kız benimle dans etmeye yanaşmadı. Şaşılacak şey..!! Böylesine kalabalığın içinde benim yabancı olduğumun ayırdına mı vardılar acaba? Sonra, yabancı olsam ne olacak ki? Ben akrep değilim ki, alt tarafı bir dans edeceğim. Kabalık gösterip bundan kaçınmanın alemi ne? Metin'in "bırak İlhan üsteleme; hangi nedenle olursa olsun, seninle dans etmek istemiyorlar" demesine karşın, "hayır Metin, ben bir centilmen olarak dans çağrımı sürdüreceğim, onlar da bana 'hayır' diyerek nezaketsizliklerini sergilesinler, umurumda bile değil" karşılığını verdim ve dans etme isteğimi inatla sürdürdüm.
Nasıl oldu, bilmiyorum; bir kız benimle dansa kalkıverdi; kız bana acıdı mı?, yoksa yanılgıya mı kapıldı? anlayamadım.!! Kız çok güzel dans ediyordu. Onun bu güzel dans yeteneğini sergilemesi için ben de bütün becerimi kullandım ve profesyonel bir dans çifti gibi izlenmesi büyük keyif veren bir dans gösterisi sergiledik, sunduk. Pistte öbür dans edenler bizim coşkulu dansımızın çekiciliğine kapılıp, kendi dansları ile hemhâl olacakları yerde bizi izleyebilmek ve bize yer açmak için istenç-dışı (irade dışı) bir eylem ile pistin kenarlarına kaydılar; böylece hem bize daha geniş dans alanı açtılar,hem de bizi daha rahat izlemek olanağı yarattılar kendilerine. Bundan sonra ne mi oldu? Kızlar çağrılı bakışlarını eksik etmediler üzerimden bir kez benimle dans edebilmek için. Her ne kadar başlangıcta bana kaba davranmış olsalar da ben bir hoşgörülü olarak elimden geldiğince onların bu isteklerini karşılamaya çalıştım, gece boyunca. Metin de bu işe ve benim inatçılığıma şaştı kaldı.
Bir de Trieste'de böyle bir olay başıma gelmişti. Ağustos, 1953 S/S Ardahan gemisi ile İtalya'nın Trieste limanındayız. Aynı Savannah'taki gibi bir dansinge gittik. Büyük bir pist etrafında dizilmiş sandalyelerde oturan kızlar ve ayakta bekleşen ya da oturan oğlanlar dans etmek için cazın müzik çalmasını bekliyorlar. Müzik çalmaya başladı herkes dansa kalktı. Ama kızlar benim ile dans etmeye hiç yanaşmadılar. Defalarca refüze oldum.
Masamıza bir delikanlı geldi. Kendini tanıttı. Adı Ali imiş; ama bizim bildiğimiz 'Ali' değil. İtalyanca adının kısaltılması 'Ali' imiş. Olsun, biz yine bildiğimiz 'Ali'yi benimsedik. Oğlan dedi ki "bizim burada bir gelenek vardır; başka biriyle dans etmekte olan bir kızla sen dans etmek istersen, kavalyenin omuzuna elini koyarak damı ile dans etmek isteyebilirmişsin. Nezaket gereği bu isteğe uyulurmuş." konuşmasını sürdürerek "şimdi ben bir kızla dansa kalkacağım, sen gel, elini omuzuma koy ve kızı benden iste" dedi ve gitti. Böylece iyiliksever Ali'nin yardımı ile dans edebildim. Ama Savannah'taki gibi büyük ilgi ve tezahürat oluşmadı; ya kızlar iyi dans edemiyorlardı, ya da ben iyi dansözlük düzeyine henüz ulaşamamıştım.!!!
Gemi Trieste'den kalkıncaya değin Ali ile arkadaşlığımız sürdü, sık sık görüştük.
Bir ilginç dans olayı daha yaşandı, Anvers'te. Aslında Anvers'te çok olaylar vardır da, ben sadece birini şimdi anlatacağım:
1957 Yılının yaz ayları. S/S Eskişehir gemisi ile Anvers limanındayız. Gemide en iyi anlaştığım, kafa dengi arkadaşım 3. Kpt. Aydın Kutluğ (Gv.54). Seyirde, limanda hep beraberiz. Limanlarda nöbetçi olmadığımız akşamları eğlence yerlerini beraber dolaşırız. Alkolün de dozunu kaçırdığımız bir akşam bütün dansingleri dolaştık. Karnımız acıktı. Elimizde birer hotdog (sıcak köpek) sandviçi ile eğlence yerlerini dolaşmayı sürdürüyoruz.
Dünya savaşı cehenneminden paçayı kurtarmış olan Avrupa'da her yer sabahlara kadar açık. İnsanlar çılgınlar gibi eğleniyor. Erkeklerin çoğu savaşlarda yaşamını yitirdiği için erkek kıt, kadın bol; her erkeğe 8-10 belki daha fazla kadın düşüyor. Yani Avrupa Müslümanların cennetine dönmüş; her cennetlik erkeğe Allah 70 huri veriyor ya, onun gibi.!! Biz de bu cennet içinde elimizde sıcak köpek sandviçi ısırarak o dansing senin bu dansing benim dolaşıyoruz. Önümüze bir eğlence yeri çıktı. Elimizde sandviçlerle daldık içeriye. Daire şeklinde pistin kenarına kadar yaklaştık. Güzel bir dans müziği çalıyordu ama pek dans eden yoktu. Sol tarafımda, pistin kenarında küçük bir masada bir adam bir kadın bira içiyorlardı. Ama kadın müşteri değildi, çünkü önünde garson kadınların taktığı küçük önlük vardı. Ben biraları görünce sandviçin boğazımda bıraktığı acımsı susamışlığı duyumsadım ve elimdeki sıcak köpeği masaya bırakıp kadının önündeki bira bardağını kafama diktim. Susuzluğum yatıştı. Bardağı masaya koydum, garson kadını kolundan tutup dansa kaldırdım. Benim bu etik dışı, yabanıl eylemlerime hiç bir tepki gelmedi. Kadın çok güzel dans ediyordu; zaten Anvers'in bütün kadınları , kızları güzel dans ederler; dünyanın en güzel dans edenleri diyebilirim. Dansımız çok beğeni aldı, çok alkışlandık. Garson hanımı nazik bir şekilde yerine götürdüm, birasından bir kaç yudum daha aldım. Masa üstündeki sandviçimi aldım, beni bekleyen arkadaşım Aydın'ın koluna girip dansingten dışarı çıktık.
Sabah uyandım. Gece olanlar gözümün önünde canlandı. Ama sarhoş değilim artık. Yaşananlar ayık kafa ile pek normal görünmüyor. "Delidir ne yapsa yeridir" örneği, "çekmiş kafayı adam sarhoş, ne yaparsa karşılanır hoş" söylemlerine sığınıp, avundum.
66 yıl önce yaşadığım bu olay çok net bir video gibi hâlâ belleğimde duruyor. Ama yine de arkadaşım Aydın Kutluğ'a dün telefon ettim, onun belleğindeki videoyu izledim. Videolar hatasız çakıştı.
Yahu, ben eve dönüşü anlatacaktım, dünyayı dolaşmaktan evin yolunu yitirdik besbelli.
Savannah'tan yola koyulduk. Herkes görevinin başında. Ben yolcu gibi gemide seyir yapmaya alışık değilim ki; Konuk Müh. olarak kendime bazı görevler oluşturdum. Gece 12-4 vardiyasını makine dairesinde Metin ile paylaştım. Hem serin hem de gürültüsü az olan şaft yolunda her gece 4 saat söyleştik, konuştuk, yol boyunca. O zamanlar makine dairelerinde ses geçirmez, serinletmeli kontrol odaları olmadığı gibi 4 saat vardiya süresinde oturmak bile hoş karşılanmazdı. Ayakların yorgunluğunu biraz gidermek için yüksekçe bir yere poponu koysan bile amirlerden birinin makineye gireceği kapıyı ya da yolu gözetim altında tutmak zorundasın; onlardan biri geldiğinde ayağa fırlamak için.
Şaft yolunda ayakta Metin ile ne konuşurdunuz diye hiç sormayın. Ne konuşmadık ki; biz de şaşıp kalmıştık, yaşantımızda anlatacak bu kadar çok şey olduğuna. Bunları da yaz demeye kalkmayın, hem 800-1000 sayfalık bir kitap olur, hem de gücüm yetmez.
Gündüz 12-4 vardiyasını da köprüüstünde Çamur Hüssam ile tuttum. Hüsamettin ile ben hemşehriyiz; ikimiz de İzmir'liyiz. İzmir'de doğduğumuz yerler de birbirine yakın. O Eşrefpaşa'da, ben ise onun hemen altında Topaltı'nda dünyaya gelmişiz. Eskiden ramazanda iftar vakti top atılırmış Eşrefpaşadan. Top atılan yerin altındaki mahalleye "Topaltı" demişler. Eşrefpaşa Topaltına göre daha bilinen daha büyük bir yerleşim yeri. Bir de Eşrefpaşadan çok bıçkın külhanbeyi çıkar. Bütün İzmir Eşrefpaşalılara özenti duyar.
Durunamayan bir yaradılışta olan ben geminin başkaca günlük işlerine de burnumu sokarak seferi tamamladık . İskenderuna girdik. Yetkililer, ben gemi personeli olmadığımdan benden pasaport istediler. Pasaport yok; ben Türkiye'den liman cüzdanı ile çıktım. Liman cüzdanını kabul etmiyorlar çünkü gemi personeli değilim. "Sen Türkiye'ye giremezsin" dediler noktayı koydular; iyi mi?? Beni gemiden dışarı çıkmama da izin vermiyorlar. "Yahu kardeşim, ben özbeöz Türküm, herkes gibi güzel Türkçe konuşuyorum, annem, babam Türk ve İzmir'de oturuyorlar, Bergama Nüfuz idaresinde kütüğümüz var" dememe karşın 'nuh diyorlar da peygamber demiyorlar.' İş büyüdü, dallandı, budaklandı, İskenderun Kaymakamlığının kapısına dayandı. Kaymakam beni çağırttı. Gözetim altında (kaçmayayım diye) Kaymakamlığa götürüldüm. Kaymakam Bey sordu soruşturdu, ölçtü biçti, son n0ktayı koydu: "bu adam Türk, Yurt'a girebilir". Ohh Be!! Artık memleketimin yurttaşıyım. Ne mutlu bana.!!
Yani Türkiye'ye girmek Amerika'dan çıkmaktan daha zormuş, valla.
İskenderun da işimiz bitti. İstanbul'a geldik.
O zaman D. B. Deniz Nakliyat T.A.Ş. Karaköydeki Yolcu Salonu binasının 1. katının sol tarafında bulunuyordu. Dışarıdan bir merdivenle Şirkete giriliyordu. Denize bakan ön taraftaki odalarda Şirket Müdürü, güverte ve makine Baş Enspektörleri gibi Şirketin ileri gelenlerinin odaları bulunuyordu. Geride de öbür çalışanlar ve masaları vardı. Yani yer darlığından iç içe sıkışık bir durum.
Salon girişinde sağda küçük bir camlı bölmede oturan Acente Behçet Ağabey (Behçet Özçiçekçi, Mk. 45) bilet ücretini ödemem gerektiğini söyledi; oldukça da yüksek bir ücret. Param yok deyince "o zaman nüfuz kağıdını ver, parayı getirince alırsın" dedi . Verdim ve ekledim: "Vatandaşın nüfuz kağıdına el koymanın büyük bir suç olduğunu kanun söylüyor; bunu bilmiyordunuz her hâlde, Behçet Abi" dedim. Bu sözlerim üzerine nüfuz kağıdını bana uzatarak, " o halde liman cüzdanını ver bunu al" dedi. "Onu veremem, çünkü çalışmam ve size borcumu ödemem gerek. Liman cüzdanı olmadan nasıl çalışırım?" dedim.
Nasıl oldu? Bilmiyorum, anımsamıyorum; bir kaç gün içinde sorun kendiliğinden çözüldü !! Nasıl mı oldu? Uyanık abilerimizden biri "yol boyunca gemide çalışmıştır diyen bir yazı versin Kaptan" diyerek bir öneri attı ortaya. Kaptanın mühürlü mektubunu Behçet Abiye verdim, nüfuz kağıdımı aldım. Yetmedi; olumlu olaylar sürdü gitti ve Deniz Nakliyatında yeniden işe de alındım. Bitmedi: olumlu esintinin sürmesi ile, bazılarının kaygılarına karşın, beni iyi tanıyanların güvencesi ile Amerika seferi yapmak üzere S/S Yozgat gemisine 3. Müh. olarak atandım. Atanan 2. Müh. sınıf arkadaşım Hikmet Olcay (Beton Hikmet, Mk.53) ile beraber ben yine 2-3 ay sonra New York'taydım. Fakat New York'ta çok az kaldık. Yani ben N.Y.'taki tanış ortamıma bir merhaba diyemedim.
1958 Ağustos-Eylül'de yaptığım kısa bir ABD seferi gözardı edilirse, Nisan, 1963 tarihine değin Amerika'ya gidişim olmadı.
İlhan Özerdim